KAYIPTAN SONRA YAŞAMA TEK EBEVEYN OLARAK DEVAM ETMEK

Yazar : Layza OVADYA, Uzman Psikolog – Oyun ve EMDR Terapisti

Hayatın başlangıcında insan yalnız değil, annenin rahminde güvende. Hayata çıkışta da insan yalnız değil, yine anne ve anneye eşlik eden kişilerle hayata, kalabalık bir şekilde karşılanmakta! Ancak, insanoğlunun çaresiz kaldığı gerçeklerden biridir, ölüm kavramı. Belki de ölen kişi açısından da, kalan kişiler açısından da, insanın gerçekten tek başına deneyimlediği ilk olgudur. Ölen kişi hayata tek başına veda etmekte, kalanlar ise acılarını kendi yapılarına ve yaşlarına göre, birbirlerinden farklı olarak yaşamaktadır. Bu yas evrelerinden önce, çocuğun gözüyle ölümü algılama şekline değinmek gerekir.

Çocuğun bir yakınını kaybetmesinin derin etkisi, yetişkininkine benzer ve ölüm kavramının gelişiminde izlenen yas evreleri vardır. Genellikle 3-4 yaşında ölüm kavramı, sürekli ve geri dönülmez bir olgu olarak algılanmaz; 5 yaşlarında ise artık korkutucu olmaya başlar, çünkü ölümün, geri dönüşü olmayan bir bitiş olarak algılanmasının, temelleri oluşmaya başlar. Bu dönemde oluşmaya başlayan ölüm korkusunun altında yetişkinden farklı olarak, yalnız kalma korkusu yatar. 6-10 yaşları arasında çocuk, ölümün kaçınılmaz ve sona erme olgusunu içerdiğini algılamaya başlar. 9-10 yaşlarında yerleşen, zaman, mekan, nicelik ve nedensellik gibi kavramlar sayesinde çocuk, ölüm ile yaşamı mantıksal temelde ayırt eder. Ölenin kaybına bir neden bulabildiği ve bunu kavrayabildiği zaman ancak kendi suçluluk duygusundan uzaklaşır, ölümün ona verilen bir ceza olmadığı sonucundan ve çevresini suçlamaktan kurtulur. 9-10 yaşlarında ölüm kavramının, yetişkin düzeyine ulaştığı görülür.

Yakınını kaybeden çocuk, ergen ve yetişkin, şok ve uyuşma, inkar ve reddetme, özlem, kırgınlık ve öfke, üzüntü ve umutsuzluk, yeniden yapılanma şeklindeki yas evrelerinden geçer. Her ne kadar sıralama bu şekilde gelişse bile, insan sevdiğini kaybettiğinde ölümü yeniden, gerçekten ve kendine ait bir üslup ile öğrenir. ‘Çocuklardan Tanrıya Mektuplar’ kitabında, Jane isimli bir çocuk ‘insanların ölmelerine izin verip, yenilerini yapmak yerine, neden elindekileri tutmuyorsun?’ diye özlem, kırgınlık ve öfke evresindeki bir çocuğun duygularını örneklemektedir.

Çocuklar, yaşamın acı gerçeklerini biz istemesek de öğrenirler, arkadaşının büyükannesi – büyükbabası – annesi – babası – balığı… derken kaybın verdiği o yoksunluk duygusunu ancak kendi başlarına geldiği zaman anlayabilirler. Ölüm sözcüğü neredeyse bir tabu, hatta olay olduğunda ‘öldü’ yerine başka ifadelerle anlatılmaya çalışılır; ‘melek oldu, yıldızlara gitti, cennete gitti, başka boyuta geçti…’. Ölenin eşi, ondan söz ettiğinde de yanındakiler konuyu değiştirmeye çalışır. Oysaki, sevdiğimiz birini kaybettiğimizde, gözyaşı dökmenin, onun hakkında konuşmak istemenin nesi yanlış olabilir? Çocuklarımız bizi gülerken görüyorlarsa, ağlarken de görebilmeliler. Ölüm konusunun tabu olmadığı, sorulan sorulara çocukların yaşına ve algısına göre gerçekçi cevapların verildiği, varsa söz konusu hastalığın açıkça anlatıldığı ve en önemlisi duyguların saklanmadığı evlerde çocuk, ciddi bir kayıp için daha iyi hazırlanmış olur. Yine de yetişkinin bile bir kayıp için hazırlanması çok güç iken, bu çocuk için daha zordur. Yaşanacak üzüntü ve şoku engellemek mümkün değil ancak, çocuk, yaşamındaki ebeveyn ile konuşabiliyor, duygularını paylaşabiliyor ve aynı şekilde karşı taraftan da bunu görebiliyorsa; yalnız bu bile çocuğu rahatlatmaya yetecektir. Amaç üzüntüsünü unutması değil, konuşarak duygularını paylaşması olmalıdır. Çocukların kolay unuttuğu ile ilgili bir kanı vardır, belki de bu, çocukların, ağlarken birkaç dakika sonra kahkahalarla da gülebilmesinden kaynaklanıyor olsa gerek! Bilinmelidir ki, çocuk da, yetişkin gibi yaşadığı her yeni deneyimde üzüntüsünü hatırlayabilir; ‘okul çıkışı herkesin babası yanındaydı ama benim değildi’…

Çocuk yas sürecini yaşarken, öfke ve inanamama gibi duyguların yaşandığı, ona destek olan kişilerce de bilinir, sevecenlik ve anlayış ile yaklaşılabilinirse, kalan ebeveyn ile ilişki daha da kuvvetli ve sessiz bir iletişim içinde devam edebilir.

Yapılan araştırmalara göre, ölüm karşısında verilen ilk tepki şoktur: Çocuk sessiz sessiz geri çekilebilir veya çığlık çığlığa ağlayabilir. Dikkatini başka tarafa çekmeye çalışmak üzüntüsünü sadece bastırır, üzüntüyü ortadan kaldırmaz. Çocuğa sarılarak, ağlamasına, üzüntüsünü yaşamasına, kaybettiği kişi hakkında konuşmasına fırsat verilmelidir.

Diğer bir tepki olan inkar evresinde, sevdiği insanın öldüğünü bildiği halde, sanki geri gelecekmiş hissinin yaşanması durumu vardır. Özlem evresi ise biraz daha gerçekçi bir kısımdır. Özlem duyulan kişinin yokluğu içlerinde korku oluşturur ve umutsuzluk evresi yaşanmaya başlar. Yakınını kaybeden çocuk, yeniden ağlamaya bağırmaya başlayıp, okula gitmeyi rededebilir. Umudu gerçekleşmeyince öfke ortaya çıkartan çocuk, kendisini bırakıp giden kişiye, Allah’a… kızgınlık yaşayabilir ve bunu hareketleriyle gösterebilir; kalan kişiye, arkadaşlarına öfkeli davranabilir, oyuncaklarını kırabilir… Ona destek olan yakın çevresiyle çocuk da yetişkin gibi yeniden yapılanma sürecine girer, bu evrede kabullenme başlamış ve üzüntüsü hakkında konuşabilmeye başlamıştır.

Bu aşamalar için kesin bir zaman sınırlaması yoktur. Yakınını kaybetmemiş kişiler bazen, yasın sona ermesinden söz ederler; ‘artık iyisin değil mi?’, ‘aradan 6 ay geçti hala mı ağlaman geliyor?’ gibi sözler ile karşısındakini hayal kırıklığına uğratarak kızgınlık yaratabilir. Ölümle nasıl başa çıktığımız, kayıptan hemen sonra alabildiğimiz desteğe de bağlıdır, bu tür sözlerin içimizdeki gücü eritmesine izin vermeyip, duygusal olarak hazır olmak gerekir.

Bir çocuğa anne veya babasının öldüğünü söylemek, kalan ebeveyn için karşılaşabileceği en zor durumlardan biridir. Çocuğun yaşı ne olursa olsun, ”öldü” sözcüğü kullanılarak, olayın hemen ardından söylenmelidir. Bunu söylerken ev dışında, her zaman gidilmeyen bir park, bahçe… seçilerek, çocuğu kollarınızın arasına alıp, sarılıp ağlamasına izin verilmeli, acısını ifade biçimine saygı gösterilmelidir. Yetişkin de kendi duygusunu paylaşmalı, gözyaşını gizlememeli, o anda çocuğa güçlü görünmek, duygusunu bastırmak zorunda değildir.

Çocuğun cenaze törenine katılıp, katılmaması, yaşına, özelliklerine, isteğine ve ailenin kararına bağlıdır, ancak katılacaksa yanında onunla ilgilenecek bir yetişkin mutlaka olmalıdır. Törenin nerede yapılacağını, neler olacağını anlatarak, çocuğu hazırlamak gerekir.

Kayıptan hemen sonra kalan ebeveyn olarak, hem anne hem baba olmaya çalışıp kendinize haksızlık etmeyin, çünkü kaybın yerini kimse tutamaz. Fakat, ölen kişi hakkında konuşmak, ölen kişinin resimlerini kaldırmamak, anıları canlı tutabilmeyi deneyebilirsiniz. Yas, aslında sona ermez, çünkü anılar bizimledir ve bize dayanma kuvveti vererek yaşam diyarında bizi daha güçlü kılar.

Çocugum ve Ben Dergisi, Şubat 2007, sayı 44 sayfa 60/62